3 Ağustos 2016/Ölüdeniz
Mis gibi bir hava, ufak tatlı esintiler ve umutla göz kırpan güneş! Hayatın tüm renkleri bir arada sanki... Dağlar heybetli ve bir o kadar davetkâr! Kuşlar uzak duyarlardan selam getiren bir ulak, balıklar sadık dost. Ve ağaçlar... Sıcak bir gün ortasının gölgesi.
Dağların arkasında kimsenin bilmediği şifalı sözlerin saklı olduğu hissi ile gözlerim dalıp gidiyor. Böylesi bir anın bir saniyesini bile kaçırmak istemiyorum. Ölüdeniz, sen bir şahanesin!
19 Ağustos 2016 Cuma
14 Temmuz 2016 Perşembe
Nâzım Hikmet Kültür Merkezi
Okuma Grubu/2015-2016
Eylül gelmişti... Tatilin rahatlığı, hareketi yavaş yavaş yok oluyordu. Ben tekrar kütüphanemin karşısına oturup kitaplarımın içlerine yazdığım notları okumaya koyulmuştum. Bu sırada okuduklarımı paylaşmak, altı çizili cümlelerle ilgili tartışmak, bunların üzerine kafa yorarak düşünmek isteği kafamı meşgul ediyordu. Devamlı okuyordum ve bunu yaparken bir şeyleri tükettiğim düşüncesine kapılıyordum. Sanki kitapları küçük bir yere hapsetmiş; beraberinde kendimi de sıkıştırmıştım. Kitabı bitirdikten sonra kapağı kapayıp onu eski yerine yerleştirmek, 'tamamlanmamışlık' hâlinin farklı bir biçimiydi. Bir şeyler hep eksik kalıyordu. Sonrasında söylenecek birkaç cümleye ya da beni anlayacak bir çift göze ihtiyaç duyuyordum. İşte sosyal ağların güzelliği tam da bu noktada ortaya çıktı. Okuduğum bir e-posta beni ayağa kaldırdı, kitaplarımın yüzüne doğru temiz bir rüzgâr esti. N.Hikmet Kültür Merkezi, hep birlikte okumaya ve söyleşmeye davet ediyordu. Bir arkadaşıma da haber verdim ve birlikte düştük yollara:)

İlk toplantımız 10 Ekim 2015 tarihindeydi. Çok sevgili Şehnaz hocamızın (sonradan hep hayranlıkla söz ettik kendisinden) önderliğinde ilk önce yıl içerisinde okuyacağımız kitapları not ettik. Listemiz şu şekilde idi:
Gılgamış/Büyük Başlangıç
Kral Oidipus/Yazgı
Don Kişot/İlk roman
Macbeth/İktidar
İntibah/Romantizm
Madam Bovary/Realizm
Germinal/Sanayileşme
Dava/Modernizm
Yenişehir'de Bir Öğle Vakti/Kentlileşme
Anayurt Oteli
Oyunlarla Yaşayanlar
İki haftada bir cumartesi günleri buluşma kararı alındı. Herkes kendinden, yaşamından söz etti; orada bulunma sebeplerini anlattı. İlk kitabımız olan Gılgamış hakkında bilinenler, okumalar döküldü yavaş yavaş ortaya. Umutlu ve güzeldik hep birlikte...
Biz o sevimli odada ufak tebessümlerle birbirimizi tanımaya; Gılgamış'tan, aşk ve bereket tanrıçasından bahsederek insanlık tarihini anlamaya çalıştık.
Süregelen toplantılarda insandan, sanattan, düzenden, edebiyattan, kadından, yaşamdan konuştuk. Yeni hikâyeler dinledik. Kahvaltı sofralarında çay muhabbetleri yaptık. Bazen konuşacağımız kitabın örgüsünün dışına çıkıp kendimizi koyduk ortaya. Farkında olmadan içimizi döktük. Dert yandık, eleştirdik, pişmanlıklarımızla yüz yüze geldik. Olduğumuz ve olamadığımız hâlleri keşfettik. İnsan tavırlarını tanımaya ve anlamaya çalıştık. Yağmurun kokusunu, baharın tadını duyduk o güzel ağaçların altında.
"Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / Ve bir orman gibi kardeşçesine" diye adeta haykırarak bakıyordu artık Nâzım Hikmet'in mavi gözleri...
O çatı altında yorgunluğumu, kırgınlıklarımı unutmamı sağlayan tebessümle karşılandığım her göze teşekkürler! Başta da Şehnaz hocama... Seneye görüşmek üzere:)
Okuma Grubu/2015-2016
Eylül gelmişti... Tatilin rahatlığı, hareketi yavaş yavaş yok oluyordu. Ben tekrar kütüphanemin karşısına oturup kitaplarımın içlerine yazdığım notları okumaya koyulmuştum. Bu sırada okuduklarımı paylaşmak, altı çizili cümlelerle ilgili tartışmak, bunların üzerine kafa yorarak düşünmek isteği kafamı meşgul ediyordu. Devamlı okuyordum ve bunu yaparken bir şeyleri tükettiğim düşüncesine kapılıyordum. Sanki kitapları küçük bir yere hapsetmiş; beraberinde kendimi de sıkıştırmıştım. Kitabı bitirdikten sonra kapağı kapayıp onu eski yerine yerleştirmek, 'tamamlanmamışlık' hâlinin farklı bir biçimiydi. Bir şeyler hep eksik kalıyordu. Sonrasında söylenecek birkaç cümleye ya da beni anlayacak bir çift göze ihtiyaç duyuyordum. İşte sosyal ağların güzelliği tam da bu noktada ortaya çıktı. Okuduğum bir e-posta beni ayağa kaldırdı, kitaplarımın yüzüne doğru temiz bir rüzgâr esti. N.Hikmet Kültür Merkezi, hep birlikte okumaya ve söyleşmeye davet ediyordu. Bir arkadaşıma da haber verdim ve birlikte düştük yollara:)

İlk toplantımız 10 Ekim 2015 tarihindeydi. Çok sevgili Şehnaz hocamızın (sonradan hep hayranlıkla söz ettik kendisinden) önderliğinde ilk önce yıl içerisinde okuyacağımız kitapları not ettik. Listemiz şu şekilde idi:
Gılgamış/Büyük Başlangıç
Kral Oidipus/Yazgı
Don Kişot/İlk roman
Macbeth/İktidar
İntibah/Romantizm
Madam Bovary/Realizm
Germinal/Sanayileşme
Dava/Modernizm
Yenişehir'de Bir Öğle Vakti/Kentlileşme
Anayurt Oteli
Oyunlarla Yaşayanlar
İki haftada bir cumartesi günleri buluşma kararı alındı. Herkes kendinden, yaşamından söz etti; orada bulunma sebeplerini anlattı. İlk kitabımız olan Gılgamış hakkında bilinenler, okumalar döküldü yavaş yavaş ortaya. Umutlu ve güzeldik hep birlikte...
Biz o sevimli odada ufak tebessümlerle birbirimizi tanımaya; Gılgamış'tan, aşk ve bereket tanrıçasından bahsederek insanlık tarihini anlamaya çalıştık.
Süregelen toplantılarda insandan, sanattan, düzenden, edebiyattan, kadından, yaşamdan konuştuk. Yeni hikâyeler dinledik. Kahvaltı sofralarında çay muhabbetleri yaptık. Bazen konuşacağımız kitabın örgüsünün dışına çıkıp kendimizi koyduk ortaya. Farkında olmadan içimizi döktük. Dert yandık, eleştirdik, pişmanlıklarımızla yüz yüze geldik. Olduğumuz ve olamadığımız hâlleri keşfettik. İnsan tavırlarını tanımaya ve anlamaya çalıştık. Yağmurun kokusunu, baharın tadını duyduk o güzel ağaçların altında.
"Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / Ve bir orman gibi kardeşçesine" diye adeta haykırarak bakıyordu artık Nâzım Hikmet'in mavi gözleri...
O çatı altında yorgunluğumu, kırgınlıklarımı unutmamı sağlayan tebessümle karşılandığım her göze teşekkürler! Başta da Şehnaz hocama... Seneye görüşmek üzere:)
10 Şubat 2016 Çarşamba
Tarih:09.02.2016
Vakit:Akşamüstü
Yer: Fındıklı Sahili
Kağıt Helva Zamanı
Kadın bakıyordu. Zamana, çocuklara ve dans eden kuşlara... Kuşlar ki var olan bütün çirkinliklere inat kanat çırpıyordu. Kadının tam önündeki bankta iki adam oturuyordu. İçlerinden yaşlı olanı yediği çekirdeğin kabuklarını yere atmakla meşguldü. Deniz suyu birikintisinin içinde yüzen kabuklar ne kadar da çirkin(!) duruyordu.
Başka zaman olsa kadın kendini tutamayıp adama iki çift laf ederdi. Ama bu sefer sesini çıkarmadı.
Mutluluklarını 'selfie' ile taçlandırmak isteyen iki genç kadına takıldı gözü. Hemen ardından dalgaların kıyıya vuruşunu kendi diliyle anlamaya ve açıklamaya çalışan küçük bir çocuğa doğru daldı gitti.
"Keşke daha güzel bir dünyada büyüyebilseydi" diye geçirdi içinden. Acaba iki dakika önce oturduğu banktan kalkıp giden kır saçlı adam da aynı şeyi düşünmüş müydü? Aslında kadın bunun uzak bir ihtimal olduğunu biliyordu; çünkü adam gemilere dalıp gitmişti. Belli ki eski zamanlarını ve kalan ömrünün umutlarını geçiriyordu zihninden. Çocuğu fark etmemişti bile...Kadın bunları yazarken koyu yeşil çoraplarıyla bir başkası yürüyüp gitti önünden. Siyah gözlükleri ve çantasıyla entellektüel bir havası vardı. Sol tarafındaki mavi yalnızlığa bakmadan yoluna devam etti.
Hava soğumaya başlamıştı. Kış güneşi kendine gülümseyen insanları bir anda bırakıverdi.
Kadın şapkasını takarken ellerini ovuşturarak koşturan bir seyyar satıcı tam orta noktaya ayaklı sepetini konumlandırdı. Ama huzursuz, sıkkın bir hâli vardı satıcının. Yerinden memnun olamadı, "taze kuruyemiş" diye bağıran sesi çatallaşmıştı. Aniden sepetini kavradı, geldiği yöne doğru uzaklaştı.
Kadın kendini bir film sahnesinin içindeymiş gibi hissetti. Çünkü hep filmlerde tanık olmuştu insanların (genellikle mutsuz olanların) denize bakan bir banka sığınmasına... Bu hissin sonrasında cevaplaması gereken bir soru vardı: "Mutsuz muyum?" Velev ki aklına bu sahneler gelmişti aklına düşen soruyu abest karşılayamazdı. Ama soruyu cevapsız bıraktı.
Dalgalar, kıyıya vurdu; etrafa taştı. Evet, kadının içindeki deniz de ufak ufak (belki de büyüğe yakın bir biçimde) dışarı taşıyor; kıyıda sıçramalara sebep oluyordu. Düşünceleri yavaş yavaş derinleşirken imdadına bir kağıt helva yetişti. O 'nefis kos' un çıtırtısı bütün düşünceleri bastırdı ve kadın, helvanın mutluluğuyla kâğıdı-kalemi bıraktı. Geriye bir tek şu ses kalmıştı: "Çıtırt, çıtırt, çıtırt..."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)